Dr. Fulya Kama Özelkan, “Türkiye’de #MeToo Hareketi: Çevrimiçi ve Çevrimdışı Feminist Aktivizmin Kesişen Süreklilikleri” başlıklı tezinde, #MeToo’nun Türkiye’de nasıl bir kırılma anı yarattığını dijital mecralarda yükselen ifşaların mahkeme salonlarına, sendikalara ve setlere uzanan somut dönüşümlere nasıl eklemlendiğini inceliyor.
Araştırma, Susma Bitsin’i “dijital feminist karşı-kamu” olarak konumlandırarak, ifşaların nasıl kolektif hafızaya dönüştüğünü ve Oyuncular Sendikası gibi yapılarla kurulan bağlar sayesinde Kadın Birimi ve Yakınlık Koordinatörlüğü gibi kurumsal mekanizmaların ortaya çıktığını gösteriyor.
Dr. Fulya Kama Özelkan, araştırmasının sonuçlarını bianet’e anlattı.
“Feminist dayanışmanın tek çizgide değil”
Bu tezi kaleme almanızda belirleyici olan kırılma anı neydi? #MeToo sizde nasıl bir entelektüel ve duygusal kıvılcım yaktı?
Benim için kırılma anı, #MeToo’nun ortaya çıkışıyla birlikte yirmi yıl önce film sektöründe yaşadığım cinsiyetçilik ve tacizle yeniden yüzleşmemdi. O dönemde yaşadıklarımı adlandıramıyor, sadece bir “uyumsuzluk hissi” taşıyordum.
Eğer #MeToo gibi bir dayanışma ağı olsaydı belki mesleki hayallerimden vazgeçmezdim. Bu deneyim yıllar sonra akademide beni sürekli geri çağırdı ve hikâyemi anlatma sorumluluğu hissettirdi.
Tezimi yazma motivasyonum da buradan doğdu: kültürel üretim alanında cinsel tacize karşı feminist mücadelenin izini sürmek. #MeToo bana feminist dayanışmanın hayatta kalanlar için ne kadar dönüştürücü olduğunu gösterdi; entelektüel olarak çevrimiçi ve çevrimdışı feminist pratikleri birlikte düşünme ihtiyacı, duygusal olarak ise sessizliği kırma ve dayanışma ağlarını görünür kılma sorumluluğu yarattı
Cynthia Enloe’nun “feminist merakı” ve Angela Davis’in uyarıları bu çalışmanın yöntem ve kavramlarını nasıl şekillendirdi?
Cynthia Enloe’nun “feminist merak” kavramıyla yüksek lisansım sırasında Ayşe Gül Altınay’ın dersi sırasında tanıştım. O günden beri her çalışmamda “Kadınlar nerede?” sorusu temel çıkış noktam oldu. Bu soru bana, anlatılanların ötesinde hangi deneyimlerin görünmez kılındığını fark etmeyi öğretti.
2019’da Sabancı Üniversitesi’ndeki konuşmasında Enloe, #MeToo’nun bir anda gökten inmediğini; Anita Hill gibi kadınların uzun yıllar süren mücadeleleri sayesinde mümkün olduğunu hatırlattı. O ana kadar #MeToo’yu daha çok dijital alanda kadınların ses çıkardığı bir hareket olarak görüyordum. Ancak bu konuşmadan sonra meseleye sadece dijital alandan bakamayacağımı fark ettim. Cinsel tacize karşı mücadelenin köklü bir geçmişi vardı ve bu geçmiş hem sokaktaki eylemlilikleri hem de çevrimiçi dayanışmayı içeriyordu.
Angela Davis’in “köken hikâyelerini sorgulama” yaklaşımı feminist merakımı daha da derinleştirdi. Artık yalnızca “Bu hikâyede ne eksik?” diye değil, aynı zamanda “Neden bu olay başlangıç olarak seçildi, bu seçim başka hangi hikâyeleri görünmez kıldı?” diye sormaya başladım. #MeToo genellikle 2017’de Alyssa Milano’nun tweet’iyle başlamış gibi anlatılıyordu. Oysa Tarana Burke, 2006’dan itibaren hem MySpace’te hem de sahada siyah kadın ve kız çocuklarının deneyimlerini görünür kılmak için mücadele ediyordu.
Davis’in yaklaşımı sayesinde Milano’nun tweet’inin neden başlangıç olarak seçildiğini, siyah feministlerin mücadelesinin nasıl gölgede bırakıldığını ve bu hareketin köklerinin aslında 1970’lerde “cinsel taciz” kavramının ilk kez ortaya çıkışına kadar uzandığını kavradım.
Bu tartışmalar “kesişen süreklilikler” çerçevemi geliştirmeme yardımcı oldu. #MeToo’yu tek bir an ya da coğrafyayla sınırlı değil; geçmiş mücadelelerin mirasına yaslanan, yeni yollar açan, süreklilikler ve kesintilerle ilerleyen bir süreç olarak kavramsallaştırdım. Enloe bana daha çok soru sormayı, Davis ise bu soruları hangi tarihsel ve politik sessizlikler üzerine yöneltmem gerektiğini hatırlattı. Tezim böylece hem yöntemini hem de kavramsal çerçevesini feminist bir sorgulama üzerine kurdu.
“Kesişen süreklilikler” kavramını kendi çerçevenizde nasıl tanımlıyorsunuz? Bu kavram sizi hangi boşlukları görmeye götürdü?
“Kesişen süreklilikler” kavramını, feminist mücadelenin farklı düzlemlerini – çevrimiçi ve çevrimdışı aktivizm, bireysel deneyimler ve kolektif örgütlenmeler, marjinalleştirici anlatılar ve dayanışma pratikleri – birlikte görebilmemizi sağlayan bir çerçeve olarak tanımlıyorum. Bu kavram, tek bir düzlemin ya da tek bir kopuşun değil, birbiriyle kesişen, bazen üst üste binen, bazen de çatışan süreklilikler olduğunu vurguluyor. #MeToo’nun yalnızca dijital bir an değil, geçmiş feminist mücadelelerin mirasıyla bugünkü pratiklerin eklemlenmesinden doğan çok katmanlı bir süreç olduğunu gösteriyor.
Bu kavram bana birkaç önemli boşluğu fark ettirdi: İlki, sadece dijital aktivizme odaklanmanın yetersizliğiydi; sokaklardaki mücadele ve sosyal medya kampanyaları iç içeydi. İkincisi, mağdur suçlayıcılık gibi baskıcı anlatıların hem çevrimdışı hem de çevrimiçi alanlarda farklı biçimlerde ama kesintisiz sürdüğünü gördüm. Üçüncüsü ise feminist dayanışmanın tek çizgide değil; bireysel ve kolektif, yerel ve küresel düzlemlerde kesişen süreklilikler üzerinden kurulduğuydu.
Sonuçta bu kavram bana feminist mücadelenin hem baskılar hem de direnişler açısından çok katmanlı ve dönüştürücü dokusunu görme imkânı sundu. #MeToo’yu tek bir başlangıç veya coğrafyayla sınırlı değil; tarihsel mücadelelerden beslenen, yeni stratejiler açan bir süreç olarak kavramsallaştırabildim.
Neden çevrimiçi ve çevrimdışı feminist aktivizmi ayrı kulvarlar değil, birbirini besleyen bir bütün olarak okumalıyız?
Elbette çevrimiçi ve çevrimdışı aktivizmi ayrı inceleme alanları olarak ele alan çalışmalar mevcut; fakat ben çalışmamda çevrimiçi ve çevrimdışı feminist aktivizmi ayrı değil, süreklilik içinde ele alıyorum.
Özellikle cinsel tacizle mücadelede bu iki alanın birlikteliği kritik önemde. #MeToo yalnızca dijital bir “hashtag anı” değil; geçmiş mücadelelerin mirasıyla bugünkü pratiklerin birleşmesinden doğan çok katmanlı bir süreçtir.
Feminist hareket tarihsel olarak daima çok alanlı ilerledi: sokak yürüyüşleri, dernek örgütlenmeleri, mahkeme takipleri ve basın açıklamaları birbirini tamamladı. Bugün de ifşalar yalnızca sosyal medyada değil, mahkeme salonlarında, sokaklarda ve işyerlerinde karşılık buluyor; dijital kampanyalar kitlesel yürüyüşlere, çevrimiçi dayanışma ağları ise somut destek mekanizmalarına dönüşüyor.
Ayrıca mağdur suçlayıcılık ve fail aklama pratikleri hem çevrimiçi ortamda hem de fiziksel mekânlarda sürüyor. Bu nedenle feminist aktivistler dayanışmayı iki düzlemde de kuruyor: hashtag kampanyalarıyla kamuoyu oluştururken, mahkeme salonlarında “yalnız yürümeyeceksin” diyerek yan yana geliyorlar.
Sonuçta çevrimiçi ve çevrimdışı pratikleri birlikte okumak, feminist mücadelenin sürekliliklerini ve dönüştürücü gücünü görünür kılıyor. Böylece hareketin yalnızca dijitalde değil, sokakta, üniversitede, işyerinde ve mahkemelerde de toplumsal dönüşüm yarattığı ortaya çıkıyor.
Susma Bitsin’i “dijital feminist karşı-kamu” olarak kavramsallaştırmanız ne anlama geliyor? Bu konumlanma hangi pratik sonuçları doğuruyor?
“Susma Bitsin”i dijital feminist karşı-kamu olarak görmemin nedeni, burayı yalnızca bir paylaşım mecrası değil, egemen söylemlere alternatif üreten ve kadınların seslerini kolektifleştiren bir alan olarak değerlendirmemdir. Nancy Fraser’in tanımladığı gibi karşı-kamu, görünmez kılınan deneyimlerin görünürleştiği bir alandır; bu açıdan Susma Bitsin kadınların taciz deneyimlerini paylaşarak sessizlik kültürünü kırdığı, mağdur suçlayıcı söylemlere meydan okuduğu ve adalet arayışını dillendirdiği bir platform işlevi görüyor.
Bu konumlanmanın pratik sonuçları birkaç açıdan önemli: Kadınlara güvenli bir dijital alan sunarak deneyimlerin kolektifleşmesini sağladı; çevrimiçi dayanışmanın çevrimdışı pratiklere eklemlenmesini kolaylaştırdı; ifşaları bireysel hikâyeler olmaktan çıkarıp cinsel mücadele alanında kolektif hafızaya dönüştürdü.
Böylece feministler yalnızca mevcut mekanizmaları eleştirmekle kalmayıp, kendi alternatif adalet ve dayanışma pratiklerini de kurabildiler.
Susma Bitsin ile #MeToo’nun Türkiye’deki yankıları arasında gördüğünüz temel benzerlikler ve kritik ayrımlar neler?
Her iki hareket de kadınların taciz deneyimlerini kamusal alana taşıyarak sessizlik kültürünü kırdı, dijital mecraları feminist karşı-kamuya dönüştürdü ve bireysel hikâyeleri kolektif politik itirazlara çevirdi.
Hatta sosyal medyadaki ifşalar sokak eylemlerine, mahkeme dayanışmalarına ve örgütlü feminist mücadelelere eklemlendi. #MeToo hem küresel ölçekte, hem de Türkiye özelinde alanlarında güçlü figürlerin ifşalarıyla görünürlük kazandı.
Susma Bitsin ise Türkiye’de #MeToo sonrası kültürel üretim alanında bağımsız bir dayanışma ağı olarak sektörel olarak örgütlendi ki bu çok fazla örneğini gördüğümüz bir feminist dayanışma türü değil.
Alanda çalışan, okuyan, staj yapan kadın+lara yalnız yürümediklerini gösteren güçlü bir zemin sağladı ve #MeToo ile başlayan dalgayı arkasına alıp bu alanı kolektif bir mücadele hattına dönüştürdü. Her iki hareket de ifşayı feminist bir yöntem olarak kullanmak gibi ortak bir politik yönelim gösterdi.
#MeToo hem küresel hem Türkiye’de bir kırılma anı yaratırken, Susma Bitsin ifşayı yerel bağlamda dönüştürücü bir feminist araç haline getirdi ve yerel bağlama özgü feminist dayanışma pratikleri geliştiren bir mücadele biçimi sundu.
İfşa, kadınlar açısından hangi koşullarda sonuç alıcı ve dönüştürücü olur; hangi koşullarda tıkanır?
İfşa, kadınlar açısından ancak belirli koşullar oluştuğunda gerçekten dönüştürücü bir etki yaratıyor. Kadınların deneyimlerini paylaştıklarında yalnız bırakılmamaları, güvenli ve kapsayıcı bir dayanışma ağına dâhil olmaları, çevrimiçi seslerini sokaklara, mahkeme salonlarına ve örgütlü feminist mücadeleye taşıyabilmeleri ifşayı bireysel bir söz olmaktan çıkarıp kolektif bir politik itiraza dönüştürüyor.
Bu noktada “kadının beyanı esastır” ilkesini sahiplenen politikalar ve feminist örgütlenmeler, ifşaların yapısal değişim talebine evrilmesinde kritik bir rol oynuyor. Ayrıca Tarana Burke’ün altını çizdiği gibi, ifşa ancak kadınların kendilerini yalnız hissetmeyecekleri, iyileşme ve mücadeleyi bir arada düşünebilecekleri bir “container” yani destekleyici bir ortam yaratıldığında kalıcı bir dönüşüm sağlayabiliyor.
Öte yandan, kadınların ifşaları mağdur suçlayıcı söylemlerle, inkârla, damgalamayla veya dijital saldırılarla karşılandığında; hukuki ve kurumsal mekanizmalar işletilmediğinde ya da erişim eşitsizlikleri nedeniyle yalnızca belirli kadınların sesi görünür kılındığında ifşa tıkanıyor, hatta kadınları daha da kırılgan bir hale getirebiliyor.
Dolayısıyla ifşa hem büyük bir güç hem de kırılgan bir alan; dönüştürücü olabilmesi kadınların sesini kolektifleştiren dayanışma pratiklerine ve bu sesleri destekleyecek politik ve kurumsal mekanizmaların varlığına bağlı.
Araştırmanızda Susma Bitsin’i merkezî kılan bulgu ya da gözlem neydi?
Araştırmamda Susma Bitsin’i merkezî kılan en önemli bulgu, bu platformun çevrimiçi ve çevrimdışı feminist pratikleri yaratıcı biçimde birleştiren ve cinsel tacize karşı güçlü bir dayanışma ağı inşa eden yapısıydı.
Kadınların sosyal medyada paylaştıkları deneyimlerin yalnızca görünürlük yaratmakla kalmayıp mahkeme salonlarında yan yana durmaya, politika belgeleri hazırlamaya, setlerde davranış kuralları koymaya kadar uzanan çok boyutlu pratiklere dönüşmesi beni çok etkiledi. Susma Bitsin, bu açıdan sadece bir dijital kampanya değil; feminist karşı-kamu olarak, kadınların kendilerini yalnız hissetmedikleri, beyanlarının esas alındığı ve dayanışmanın somutlaştığı bir alan yarattı.
Aynı zamanda Tarana Burke’ün “container” kavramsallaştırmasında tarif ettiği gibi, kadınların kendilerini güvende hissedebilecekleri, iyileşme ve mücadeleyi bir arada düşünebilecekleri bir feminist “kapsayıcı alan” oluşturdu.
Sektörel bazda örgütlenen bu önemli feminist container, Türkiye’de cinsel tacizle mücadelede hem görünürlük sağladı hem de kalıcı destek mekanizmalarının kurulmasına öncülük etti. Bu birleşim –yani ifşaların çevrimiçi alanda başlatılıp çevrimdışı dayanışma pratikleriyle güçlenmesi– hem araştırmamın merkezinde yer aldı hem de “kesişen süreklilikler” çerçevemi geliştirmemde belirleyici oldu.
Dayanışmanın, yalnızca destek değil, dönüştürücü bir siyaset olarak işleyişini nerelerde en görünür biçimde gözlemlediniz?–
Dayanışmanın yalnızca bir destek mekanizması değil, dönüştürücü bir siyaset olarak işleyişini en görünür biçimde, görüşmecilerimden birinin deyimiyle Susma Bitsin ile diğer sektörel birimler arasında kurulan “evlilikte”, yani “dayanışmayı başrole alan” bu ilişkilenmelerde gözlemledim. Susma Bitsin’in sendikalar ve örgütlü feminist yapılarla kurduğu ilişkilerle yalnızca destek sunan değil, sektörel ölçekte yeni normlar ve mekanizmalar yaratan politik pratikler doğdu.
En çarpıcı örnek Oyuncular Sendikası’yla kurulan bağ oldu: Susma Bitsin’le ilişkili feministler sayesinde cinsel tacizle mücadele talepleri sendikanın gündemine girdi, somut adımlar atıldı ve Kadın Birimi, Yakınlık Koordinatörlüğü gibi birimler kuruldu.
Ayrıca bazı kurumların politika belgelerinin hazırlanmasına önayak olan yeni standartlar oluşturuldu. Mesela, sinema, televizyon ve tiyatro alanında çalışan öğrencilerin Susma Bitsin ve Oyuncular Sendikası’yla kurdukları dayanışma sonucu ortaya çıkan Gösteri Sanatlarında Sınır İhlali projesi tiyatrodaki ihlalleri görünür kıldı ve önleyici mekanizmalar önerdi. Bu örnekler dayanışmanın yalnızca hayatta kalanlara destek değil; sessizlik kültürünü kıran, kurumları dönüştüren ve yeni politik mekanizmalar üreten bir siyaset olduğunu gösteriyor.
Dayanışmayı dönüştürücü kılan şey, bence yalnızca zor zamanlarda yan yana durmak değil; farklı deneyim ve öznellikleri müzakere ederek ortak politik talepler üretmek ve bu talepleri hem dijital hem de fiziksel alanlarda hayata geçirebilmek.
“Elit’in vakası pek çok kadına ilham verdi”
Kapalı toplantılar, duruşma takibi ve sosyal medya kampanyaları birleştiğinde nasıl bir çok katmanlı dayanışma ağı ortaya çıkıyor?
Kapalı toplantılar, kadınların güvenli bir ortamda deneyimlerini paylaşmalarına, birbirlerini dinleyip güç bulmalarına imkân tanıyor; burada ortaya çıkan ortak duygular ve öfke, kolektif eylemin ilk adımlarını oluşturuyor.
Sosyal medya kampanyaları bu içeriden üretilen deneyim ve talepleri kamusal alana taşıyor; kadınların sesini geniş kitlelere ulaştırıyor, görünmez kılınan taciz deneyimlerini görünür kılıyor ve feminist karşı-kamular oluşturarak sessizlik kültürünü sarsıyor.
Duruşma takipleri ise dayanışmayı dijitalden fiziksele taşıyor: kadınların mahkeme salonlarında birlikte bulunması, hayatta kalanların yalnız yürümediğini gösteriyor, yargı mekanizmaları üzerinde kamuoyu baskısı kuruyor ve “adalet” talebini görünür kılıyor.
Bu üç boyut birbirini sürekli besliyor: kapalı toplantılarda üretilen dayanışma sosyal medyada güç kazanıyor, sosyal medyadaki kampanyalar duruşmalara kamuoyu ilgisini taşıyor, duruşma salonlarında sergilenen dayanışma ise yeniden kapalı toplantılara dönerek yeni bir güç biriktiriyor.
Böylece dayanışma, yalnızca bireysel destekten ibaret kalmıyor; farklı düzlemlerde süreklilik kazanan, kurumları dönüştüren ve yeni politik mekanizmalar yaratan bir feminist siyaset hâline geliyor.
Platformun kapsayıcılık ve kesişimsellik yaklaşımında zamanla nasıl bir dil ve politika evrimi gördünüz?
Susma Bitsin’in kapsayıcılık ve kesişimsellik yaklaşımında zamanla belirgin bir evrim gördüm. İlk zamanlarda daha çok sinema ve televizyon sektöründeki kadınların deneyimlerine odaklanırken, kısa sürede bunun yeterli olmadığını gördüler; tiyatrodaki kadınların, öğrencilerin, teknik ekipte çalışanların da aynı sorunlarla yüzleştiğini fark ettikçe dil ve pratikler değişmeye başladı.
Bu değişim, kampanyalara ve toplantılara da yansıdı; daha geniş bir kesimin kendini bu dayanışma içinde görebildiği, daha kapsayıcı bir dil kuruldu.
Politikalar da aynı şekilde dönüştü: yalnızca ifşaları görünür kılmakla sınırlı kalmayıp, LGBTQ+ üyeleri de kapsayan, “kadının beyanı esastır” ilkesini merkeze alan ve kendi kör noktalarını cesurca fark eden bir refleks geliştirdiler. Benim için bu süreç, dayanışmanın yalnızca yan yana gelmek değil, aynı zamanda birbirini duymak, eksiklerini fark etmek ve birlikte dönüşmek anlamına geldiğini gösteren çok güçlü bir deneyimdi.
Feminist hareketin önceki kuşaklarından miras alınan bilgi ve deneyim, #MeToo’nun Türkiye’deki seyrine nasıl eklemlendi?
#MeToo’nun Türkiye’deki seyrini anlamak için feminist hareketin önceki kuşaklarının biriktirdiği bilgi ve deneyimi göz ardı etmek mümkün değil. 1980’lerden itibaren kadın örgütlerinin sürdürdüğü cinsel taciz ve şiddetle mücadele, “kadının beyanı esastır” ilkesinin sahiplenilmesi, üniversitelerde taciz önleme birimlerinin kurulması ve İstanbul Sözleşmesi için yürütülen kampanyalar, aslında #MeToo’nun Türkiye’de zemin bulmasını sağlayan mirasın parçalarıydı.
Bu birikim sayesinde, sosyal medyada başlayan ifşalar yalnızca bireysel hikâyeler olarak kalmadı; feminist hareketin örgütlü deneyimiyle birleşerek politik bir hatta eklemlendi.
Susma Bitsin gibi platformların ortaya çıkışı da tam bu noktada anlamlı: önceki kuşakların bilinç yükseltme gruplarından, kadın dayanışma merkezlerinden ve sokak eylemlerinden öğrenilen taktikler, dijital dünyada yeni formlara büründü. Kadınlar yalnızca çevrimiçi mecralarda değil, mahkeme salonlarında, setlerde ve sokakta da yan yana gelerek geçmiş mücadele pratiklerini bugüne taşıdılar.
Kısacası, #MeToo’nun Türkiye’deki seyrini belirleyen şey, bir anda ortaya çıkan dijital bir dalga değil; önceki kuşaklardan devralınan bilgi, örgütlenme biçimleri ve dayanışma kültürünün bugünün koşullarına uyarlanmasıydı.
Elit İşcan, Nazife Aksoy ve benzeri vakalar bu hikâyede nasıl bir kırılma/yarılma anını temsil ediyor?
Bence, özellikle kültürel üretim alanında Elit İşcan ve Nazife Aksoy’un vakaları, #MeToo’nun Türkiye’deki seyrinde önemli birer kırılma noktası oluşturuyor. Elit İşcan, çok genç ve yetenekli bir oyuncu olarak, cesurca deneyimini sosyal medyada paylaşan ve bunu yargıya taşıyan sinema sektöründeki en görünür davayı açtı.
Mahkemeyi kaybetmiş olmasına rağmen aldığı büyük kitlesel destek, ifşanın bireysel olmaktan çıkıp kolektif bir feminist siyasete dönüştüğünü gösterdi. Elit’in vakası pek çok kadına ilham verdi; o da kendisinden sonraki tüm davalarda hayatta kalanlarla yan yana durarak dayanışmayı büyüttü.
Nazife Aksoy’un davası ise farklı bir kırılmayı temsil etti: davayı kazanmasıyla birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları faille sözleşmesini iptal ederek kurumsal düzeyde aksiyon aldı.
Böylece taciz yalnızca bireysel bir deneyim değil, kurumların da sorumluluk alması gereken yapısal bir sorun olarak tartışılmaya başlandı. Bu iki vaka birlikte, ifşaların yalnızca kişisel hikâyeler değil; kitlesel destekle büyüyen, ilham veren ve kurumsal dönüşüme yol açan politik müdahaleler olduğunu somutlaştırdı.
Mağdur suçlama söylemlerinin tarihsel sürekliliği bugün hangi yeni mecralar ve argümanlarla yeniden üretiliyor?
Mağdur suçlama söylemlerinin tarihsel sürekliliği bugün farklı mecralarda, fakat çok da yeni olmayan argümanlarla yeniden üretiliyor. Yani mecralar değişiyor ama mağdur suçlayıcı ve fail aklayıcı söylemler özünde aynı kalıyor. Anita Hill örneğinde olduğu gibi, geçmişte kadınların sözleri “yanlış anladı” ya da “abarttı” denilerek itibarsızlaştırılırken, bugün aynı mekanizmalar sosyal medyada hızla dolaşıma giriyor.
Twitter, Instagram ve YouTube gibi platformlarda kadınların beyanları “karalama kampanyası”, “şöhret arayışı” ya da “erkekleri bitirmeye yönelik cadı avı” olarak etiketleniyor. Faili koruma refleksi de “sarhoştu”, “yanlış anlaşıldı”, “mesleğin doğasında var” gibi gerekçelerle yeniden üretiliyor.
Örneğin Elit İşcan’ın davasında failin avukatı, dizi içerisinde failin İşcan ile “öpüşme sahnesi” çektiklerinden dolayı çekim dışı istem dışı öpmenin “rol icabı normal” olduğunu savundu. Benzer şekilde Nazife Aksoy’un vakasında da başlangıçta “bir öpücüğü fazla büyütüyor” söylemleri öne sürüldü.
Kısacası geçmişte mahkeme salonlarında ya da medyada karşımıza çıkan mağdur suçlayıcı ve fail aklayıcı söylemler, bugün dijital platformlarda, troll ağlarında ve hatta kurum içi söylemlerde yeniden üretiliyor. Bu da patriyarkanın savunma mekanizmalarının biçim değiştirerek ama özünü koruyarak varlığını sürdürdüğünü gösteriyor.
Çevrimiçi–çevrimdışı pratiklerin birlikteliği cinsel tacizle mücadelede hangi somut dönüşümleri mümkün kılıyor? Buradan hareketle feminist hareketin önümüzdeki dönemde en kritik stratejik öncelikleri neler olmalı? “Susmamak” sizce ifşayı aşan bir adalet tahayyülüne nasıl kapı aralıyor?
Çevrimiçi–çevrimdışı pratiklerin birlikteliği cinsel tacizle mücadelede önemli dönüşümler yaratıyor. Sosyal medyada başlatılan ifşaların mahkeme salonlarına, sendikalara ve sokak eylemlerine taşınması; kapalı toplantılarda paylaşılan deneyimlerin politika belgelerine dönüşmesi bunun en somut örnekleri.
Susma Bitsin gibi dayanışma ağları çevrimiçi sesleri çevrimdışı örgütlenmelere eklemleyerek sektörel düzeyde yeni normlar üretti. Bu noktada Tarana Burke’ün “container” kavramı çok önemli: ifşaların kalıcı bir dönüşüm yaratabilmesi için kadınların kendilerini güvende hissedebilecekleri, yalnız bırakılmadıkları ve dayanışmayı somut mekanizmalara dönüştürebildikleri alanların inşa edilmesi gerekiyor.
Bundan sonraki en kritik öncelik, bu tür feminist container’ları çoğaltmak ve kalıcı hale getirmek olmalı. Hayatta kalanları destekleyecek, onarıcı ve kolektif güvence sağlayan mekanizmalar, mağdur suçlayıcılık ve fail aklayıcılığa en güçlü cevabı verecektir.
“Susmamak” da bu noktada ifşayı aşan bir adalet tahayyülüne kapı aralar: bireysel hikâyelerin kolektif hafızaya dönüşmesi, sessizlik kültürünün yıkılması ve patriyarkanın yarattığı adalet boşluklarının feminist dayanışma ve ortak politik taleplerle doldurulması, feminist hareketin daha geniş bir adalet anlayışı geliştirmesini mümkün kılar.
(EMK)